RIZK
Rızkın temininde aklın,
bilginin ve sistemin tesirini inkar edemeyiz. Ama gelişinde ayrı bir sır
vardır. Bu da açıktan açığa Cenab-ı Hakkın ihsanatını gösterir. Nice akıllı
kimseler görürsünüz takılmış kalmıştır. Nice aklen fakir olanlar da vardır bakarsınız
rızık içinde yüzer. Yeter ki hırs gösterme. Çünkü hırs sebeb-i hasarettir. Ben
zenginliğe hiç niyet etmedim, babam da etmedi. Çocukluğumda hep müşahadem babam
annemden gizli gizli gelene-gidene verir, annem de babamdan gizli hep verirdi.
Günlük yaşarlar, hamdederler yarına kalır-kalmaz demeden de olanı da ikram edip
verirlerdi.
Esbab dairesinde sebepleri
görmeden hareket dalalettir. Siz müracaat etmenin sebeplerini yerine
getireceksiniz, verirse verir, vermezse vermez. Müracaatta rızkın erken kalkarak
araştırılması Efendimiz (A.S.V)’ın tavsiyelerindendir. Sebepte kusur etmemek
esas olmalıdır. Sebeplere riayette o kadar hassas olmalı ki, dışarıdan bakanlar
sizi esbabperest sansınlar. İçinizi de bilenler öyle desin ki bu adam sebepleri bütün bütün elinin tersiyle itiyor tam bir
cebri desin.
Cehennem
iştihalarla çepeçevredir. Bala konan arı gibi bir tattın mı o çepeçevre saran
iştah sizi kıskıvrak yakalar ve cehennemin içine atar. Cennette nefsin hoşuna
gitmeyen şeylerle çepeçevre sarılmıştır. Abdest, namaz, oruç, zekat gibi nefsin
ağrına giden, nefsin terbiyesiyle yerine getirilebilen ameller gibi. Cennete
giden yolda çıkan engelleri nefsine rağmen aşabilenler sahili selamete ererler.
Nefsani
arzuların hepsi şehvettir. Şehvette aşırılığa gidip haddi aşanlar cehennemi bir
yola suluk etmiş olurlar. Niyetiniz güzel ve müstakim ise siz beş yıldızlı bir
otelde bile olsanız istikametiniz o niyetinize göre olur. Burada önemli olan
nefsin hakkını gözetirken aşırılığa gitmeme, şehvette boğulmama ve O'nun rızası
istikametinde olması, niyetinizle hep O’nun rızasının yörüngesinde
olabilmenizdir.
Güzel
ölüm, bayılma gibi bir halet içinde tatlı bir uykuya dalış gibidir. Ve mahşer
günü İsrafilin suruyla yine tatlı bir ikazla hafifçe uyarılır ve uyanırsınız.
Ölüme
ansızın yakalanmamak için her an tedbirli olmasını bilmeliyiz. Allah muhafaza,
ansızın ölümün bizi bastırmasıyla hazırlıksız yakalanmamalıyız. Her an amel
sandığımıza birşeyler koymasını becerebilmeliyiz. Hazırlıksız yakalananların
sandığı bomboş gidebilir, Allah muhafaza etsin.
Aşk
Cemale bakar. Lezzetlendirmek, nimetlendirmek kuvvetli bir irade ve şefkattir.
O
Cemal kendisini aynalarda göstermek için şefkat ve rahmetiyle tecelli etmiş.
Kendini sevdirmek, methu sena ettirmek istiyor. O aynalarda O’nun derin
şefkatini ve yüksek rahmetini müşahade ederiz. Daimi tezyin ve tanzim içinde
hem hayvanatın, hem de masnuatın güzellikleri O’nun cemalinin birer remzidir.
Bize bunlarla cemalini gösterir, bildirir.
İzmir’de
ilk Nur dersini yaptığımız ev Mehmet Metin abinin eviydi. İlk dersimizi orada
yapmıştık. Allah rahmet etsin çok faziletli, asil bir insandı. Onu hiç
unutamıyorum. Yokluğunun garipliğini çektiğim zatlardan biridir. Bende çok
güzel hatıralar bıraktı.
Doksan
bin Liraya Fettah’taki evi aldık. Hapishanedeyken satın dedim, 71’de sattılar,
140 bin Liraya satıldı. Bornovada’ki evi 100 bin Liraya almıştık. Mustafa
Birlikte 85 bin Lira varmış, bende de 15 bin Lira vardı, başka yedek akçemiz de
yoktu. Birlik o parayı istedi ve o evi aldık. Ve Bornovadaki ilk talebe
dersanesi oldu. Mühendislerle Buca’da ilk dersi Mustafa Apa’nın evinde yaptık.
On talebe kadar vardı. Buca’da ilk dersanede 7 kişi kalıyordu ama 70 kişi hafta
sonu ders yapıyorduk. O günlerde arkadaşlar çok gayretliydi, kimi bulurlarsa tutup
getiriyorlardı.
Yeryüzünde
efendimizin nam-ı celilini duyurmak bir sevda olmalı, sevda haline gelmeli.
Izdırap
ızdırap olması için istenmez, ızdırap hareketin hamlesi adına, dinamiği olması
adına önemlidir. Izdırap hareketi hamleye yöneltici, tahrik edici bir dinamik
olmalıdır.
Dünyanın
delicesine müslümanlığı anlatacak gönüllere ihtiyacı vardır. Müslümanlık
insanlığa muhakkak sunulmalıdır. Ya ben bu müslümanlığı anlatmalıyım demelisin,
ya da ben müslümanlığı anlatamayacaksam
Allah benim canımı almalı demelisin.
Rab
karşısında acz ile insanlara karşı zillet hali karıştırılıyor. Ancak insanlara
karşı tevazu olur bu da zillet değildir. İnsanın insana tahakkümüne,
yaptırımlarına, herşeyine boyun eğme zillettir. Zillet Allah’a karşı olur.
Allah karşısında insanın mahfiyet, hacalet ve acziyet içinde olması, O’na
yönelmesi, O’ndan beklemesi, O’ndan istemesi, O’na kul olmasıdır. Bu da kula
kul olmaktan çıkıp, Allah’a kul olmadır. Rab’de fani olma, olabilme işte bu bir
feragat işidir. Kişinin kendi arzularından feragat ederek Rabbe dayanması,
Rab’de fani olmasıdır. Müslüman dini adına azizdir. Dini adına beklediği
şeylerden dolayı hem Museviye, hem Yahudiye izzet-i ikramda bulunabilir. Mihnet
etme, onların eteğine yüz sürme, onların iktidar ve gücüne boyun eğmek için
değil. Bir de bizim diyalog yahudilerle
ve hıristiyanlarladır. Yahudilik ve hıristiyanlık adına biz diyalog kurmuyoruz
ki. Her ne kadar bu güne kadar çeşitli dönemlerde müslümanlar gayr-i
müslimlerin boyunduruğuna girmişse de, ama Kur’an-i ifade içinde müslümana
gösterilen nokta ve verilen hedef gayr-i müslimlerin boyunduruğuna
girmemeleridir.
Peygamberlerin
vesilesiyle kavimlere gönderilen kitaplar, Allah tarafından gönderildikten
sonra geldikleri ve bulundukları topluluğun renginden, şeklinden, halinden de
ifadeler alarak yeni yorumunu bulur. Milletler o kitapta bulunan ifadeleri
artık kendileştirirler ve kendilerine benzetirler. Tıpkı bir kumaş gibi
milletlere göre kesip biçilir ve her coğrafyada bir şekil alır. O coğrafyada
hangi renk hakimse o rengin tonlarını kendi eksenine nakşeder. Artık o kesip
biçme ve boyanın tonlarından sonra Türkler içinde farklı, Irak’ta biraz daha
farklı, mağrib ülkelerindeki yorumunu daha da farklı görebilirsiniz. Örfe,
adete, ananeye dayalı ifadeler dinde kesin bir yasak yoksa onlar olduğu gibi
tevarüs etmesi gayet tabidir. Usulden füruğa kadar, alış-verişteki şekle kadar
bu çeşitlilikten istifade edilir. Bu bir milletin hususi bir din icad etti
anlamına gelmez. Bizde de ifade edilen Türk müslümanlığını da bundan dolayı
yadırgamamak lazımdır.
Tebliğde
hedefi ihsas etmek tepki doğurur. Tebliğ açıktan açığa yer ve zaman
gözetmeksizin,, ulu-orta yapıldığında sıkıntı olur. karşınızdakinin kabulüne,
azmine, alakasına bir değer ifade edecek bir itibar ortaya koyabilmişseniz
güven uyarmış ve ka’le alınmış olursunuz. Vereceğiniz şeylerle çıkar ve menfaat
gözetmemeniz de çok önemlidir. Devamlı siz verici olma konumunda
olabilmelisiniz. Vermeyi artık ahlak haline getirerek tabileştirebilmek irşad
adına kendinizi ifadede daha rahat kabulümüze vesile olmuş olur. Bir de mümkün
mertebe empoze etme konumunda olmadan mesajınızı sunmak çok önemlidir. Eğer
muhatabınıza empoze yönüyle ifadelerinizi
sunarsanız, yapılan her ifade red görür kabul göremezsiniz.
Sen
kiliseye gitmekle bir şey kaybetmezsin. Sana da onları davet etme fırsatı
doğar. Hiçbir dinde namaz kılmamak, abdest almamak diye bir şey yok, icabında
hadi gel iki rekat beraber namaz kılalım dediğinizde yadırgamazlar. Sen de
onların davetine icabet ederek kiliseye gideceksin, Kur’an’da açıktan açığa
ifade edilen haram varsa irtikab da etmeyeceksin. orada çalınan müzikli ilahiyi
dinlemenin ve yapılan vaaza kulak vermenin ne günahı olur, ben anlamıyorum. Ama
bugün biri kiliseye gitse kıyamet koparacaklar var. Halbuki sen onların
kilisesine gittiğinden dolayı sen de onları camine davet etme fırsatı
bulacaksın. Caminin manevi atmosferi ve havası onların ruhunda birçok
değişikliklere sebebiyet verecektir. Siz kendinizi her ortamda
anlatabilmelisiniz. Biz kapalılığımızdan kendimizi tam manasıyla her yerde
ifade edemiyoruz. Artık bu nesil diyalog nesli olmalı, siz diyalog adına
köprüler inşaa edebilirseniz sizden sonra gelenler meramını anlatabilir konuma
gelir, ve ondan sonra gelenlere de söylediklerine kulak kabartılan ve ondan
sonra gelen nesilde artık konuştuğunda ne konuştuğu net anlaşılan, can kulağı
ile dinlenen bir nesil olacaktır.
Hele
ondan sonra gelecek nesil artık onların içinde neşet etmiş, onların nabzını
tutabilen, onlarla bütünleşmiş ve onlara kendini rahat ifade edebilen bir nesil
de ileride inşaallah gelecektir. Ama böyle bir neslin gelmesi için sabır lazım,
beklemesini bilmek ve en az 30-40 seneyi de göze almak gerekmektedir.
Kur’an harble, sulhle ilgili
kaideler ortaya koyarak, müslümanların savaş halindeki durumlarını disipline
etmiştir. Eğer bu kaideler olmasaydı zulüm zuhur ederdi. Harble ilgili
kaidelerin konulması, harbi belli çerçeve içine almış, kayıt altında tutmaya
vesile olmuştur. Harb hakkında Kur’an bir şey demeseydi, harb adına kim bilir
nice önü alınmaz zulümler işlenecekti. İncilde harble ilgili bir çerçeve ifade
edilmediğinden dolayı hıristiyanlar başta haçlı seferlerinde olmak üzere ve
yaptıkları diğer savaşlarda hep zulüm üzere bir çok cinayet işlemişler, kadın,
çoluk, çocuk ve yaşlı demeden önüne geçen herkese işkence yapmışlardır. Tarih
buna şahittir.
Çok samimi olmak lazım.
Hizmetin dışında başka birşeyin gözümüze girmesine müsaade etmemeliyiz. Siz
O’nun için sevdalanırsanız, O’da sizi hiç yalnız bırakmaz. Çoluk-çocuğum,
evim-barkım demeden ben nasıl hizmet etmeliyim, hizmete kendimi nasıl
verebilmeliyim diye yatıp kalkmıyorsak O’nun inayetine vasıl olamayız.
Tereddüdünüz olmasın, açık
inayet altındayız. Benim buralarda oluşum açık bir inayet. Doktor beyin
ısrarıyla kader beni buraya sevk etti, Allah bana ve arkadaşlarıma bu vesile
ile inayet etti.