BİLİMSEL VE İLGİNÇ KONULAR
* Bulutlardaki elektrik, havanın saatte 30-90 km hızla yükselmesi
sırasında bulutun içindeki su damlaları , buz kristalleri ve hava
moleküllerinin sürtünmesi ile oluşur.
* Tüy gibi yumuşacık olan orta boy bir yaz kümülüs bulutunun ağırlığı 550 tondur.
* Altın dövülme yeteneği en yüksek olan elementtir. Yaklaşık 30 gramlık
bir altın parçası, ince bir tel durumunda 43 mil çekilip uzatılabilir.
* Dünya atmosferine hergün 75 milyonun üzerinde meteor girer ve yere çarpmadan önce dağılarak yok olurlar.
* Beynimizdeki tek bir hücre, diğerlerinden 1000 tanesi ile doğrudan bağlantı kurabilir.
* İnsan vücudunda; 220 kibrit çöpünün başını kaplayacak kadar fosfor, 6
kalıp sabuna yetecek kadar yağ, yaklaşık 380 gramlık kok kömüründeki
kadar karbon, 2,5 cm'lik bir çivideki kadar demir vardır...
* Parmaklarımız, bir metrenin 50 milyonda biri kadar küçük bir titreşim olayını sezebilecek kadar duyarlıdır.
*Öksürmeden hemen önceki nefeste normalin 5 katı hava çekilir. Öksürükle çıkan havanın hızı ise saatte 100 mildir...
*Güneş sisteminin en büyük volkanı Mars'taki "Olympus Mon's" dur.
tabanı 375 mil çapında olup 16 mil yüksekliğindedir. Hawai volkanları
ise deniz tabanından sadece 6 mil yüksekliktedir.
* Parlak bir yaz günü gölgede bile güneşten yanabilirsiniz. Deriye
gelen ultraviyole ışınlarının yalnızca, yaklaşık yarısı doğruca
güneşten gelir. Diğer yarısı ise, çevreden yansıma yoluyla gelir ve bu
ultraviyole ısınlar da yanıklara neden olu.
SOĞUĞA NASIL ALIŞILIR?
Deri ve deri altı dokuda, dokuların beslenmesi için gerekenden daha çok
kan damarı bulunur. Bu kan damarlarının, İkinci bir önemli görevi
vardır: Genişleyip, daralarak deriye olan kan akımını ve böylece ısıyı
etkilerler. Soğukta, damarlar tümüyle çekilir, deride daha zayıf bir
kan akımı oluşur, bu da derinin, dışarıya daha az ısı vermesine neden
olur. Sıcakta damarlar genişler ve büyük miktarlarda kan, deriye
taşınır, böylece derinin dışarıya çok ısı vermesine yol açar.
Derideki kan damarlarının, ısı değişimine tepki gösterme yeteneği
antrenmanlarla artabilir. Örneğin, değişmeli banyolarla ya da sporla
her türlü hava, koşullarına vücudu alıştırmak gibi. Bu yolla, organizma
“alışma” ya sevk edilir, yani kendini soğuğa karşı koruyabilir.
Derinin, ısı değişimine tepki gösterme yeteneği, kolaylıkla
gözlenebilir. Zayıf kanlanmada deri rengi soluk, güçlü kan dolaşımında
ise canlı pembelikte olacaktır.
Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 174'den alınmıştır.
NEDEN AY'IN HEP AYNI YÜZÜNÜ GÖRÜYORUZ?
Ay in kendi ekseni etrafında dönüşü ile Dünya çevresindeki dönüşü eşit
zamanda olmaktadır: 27,32 gün. Kombine (bileşik) dönüş diye de anılan
ve Dünya ile Ay arasındaki karşılıklı kütle çekişinln (gravitasyon)
sonucu olan bu dönüş nedeniyle, Ay Dünya’ya hep aynı yüzüyle yönelik
kalır.
Oysa, farkına varılabilecek az bir sapma olmaktadır. Ay yörüngesi tam
bir çember olmayıp elipse benzer. Ay, Dünya’ya yaklaşınca daha hızlı,
uzaklaşınca daha yavaş hareket eder. Dönüş her zaman eşit olduğundan
Ay’ın sağ (veya sol) kenarına bakılıyor olur. Bundan başka Ay’ın dönme
ekseni de, yörüngesine dik değildir. Bu nedenle, Dünya, Ay’ın bazen
Kuzey (veya güney) kutbuna doğru hafifçe yönelik durumdadır. Bu,
eksendeki eğilme nedeniyle, bir Ay dolanımı içinde, yerden Ay’ın
yüzünün, yaklaşık yüzde 60’ı görülür.
Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 174'den alınmıştır.
JET UÇAKLARI NEDEN ÇOK HIZLI İNİYOR GİBİ GÖRÜNÜR?
Jet uçakları, saatte 230 ile 280 km. arasında bir hızla inişe geçer. Bu
yavaş uçuş sırasında, kanatların yükseltme etkisi az değildir; ancak,
bu modern kanatlarda çok büyük iniş takımları vardır. Bunlar, kanat
yüzeyini arttırır, kanadı kubbemsi duruma getirirler; bu kubbe arasında
bir yarık oluşur. Bu yarıktan geçen havanın, hızı kesmekte ve dengeli
inişte büyük payı vardır. Diğer taraftan, iniş takımlarıyla eş zamanlı
olarak çalışması gereken motorlar, beraberce oldukça büyük bir hava
drenci yaratırlar. Motorlar çalışır, ancak “tamgaz” durumunda değildir.
Nedeni: uçağın yükselmesi gerektiği takdirde, yedek güç bulunması
içindir.
Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 174'den alınmıştır.
Likenler hava kirliliğini ölçüyor.?
İngiltere’de hava kirliliği ile savaş sonuç verdi, 1960 dan beri
havadaki duman % 80 ve SO2 % 50 azaltılmış bulunuyor. Londra’da
havadaki SO2 200-250 mg/m3 den 130 mg/m3’e düştü. Bunun sonucu olarak
Londra ağaçları üzerinde yine likenler görülmeye başlandı. Likenler
özellikle havadaki SO2 miktarından çok etkilenirler ve bu nedenle hava
kirliliğini ölçmede kullanılırlar. 1800 ile 1970 yılları arasında hava
kirliliği nedeniyle Londra’da Trafalgar meydanı etrafındaki 16 km. lik
bir alanda 129 tür liken tamamen kaybolmuştur.
Not: Bu yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 174'den alınmıştır.
DEĞERLİ TAŞLAR VE İNSANLAR
İnsanlar binlerce yıl değerli taşların kristal yapılarında ve çarpıcı
renklerinde gizli güçler olduğuna inanmışlardır. Örneğin san yakutun
kalp ve beyni kuvvetlendirdiğine. sinirleri yatıştırdığına Turmalin‘in
kişiyi yaralanmaktan koruduğuna, elmasın insana güzel konuşma yeteneği
kazandırdığına inanılırdı. Oysa bu taşların kristal yapılan kadar
çarpıcı renkleri de sihrin değil basit doğa olaylarının sonucudur. Bu
değerli taşlar üzerindeki menekşe ve erguvani renklerden demir mangan
ve titan elementleri sorumludur. Çevredeki radyoaktif kitle veya
minerallerden radyasyon yayılıyorsa, burenkler daha da çarpıcı bir
parlaklık kazanır. Mavi renkli safire demir ve titan metalleri renk
verirken, gül renkli kuvars‘ta renk maddesi olarak sadece mangan görev
yapmaktadır. Kırmızı yakut, rengini kromdan almaktadır. Yeşil renk
kromun farklı iyonlaşma göstermesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Renk
veren bu metalleri içermeyen elmas ve neceftaşı ise saydam kristaller
halindedir.
İnsanoğlunu büyüleyen renklerinin nasıl oluştuğunun öğrenilmesine
rağmen bu taşların önünde hala eğilinmektedir. Fakat eskiye göre
bugünkü amaç oldukça farklıdır.
Eski çağlarda insanlar bu taşları kutsal bir tanrı veya hayvan şekline
benzeterek onları büyülü kabul ederlerdi. Daha sonra gökkuşağındaki
yedi rengin kristal yapıdaki bu taşlarda görülmesiyle, gezegenler ve
taşlar arasında sihirli bir ilişki olduğu iddia edildi. Örneğin kırmızı
rengin Marsla, yeşil rengin Merkürle ilişkili olduğu ileri sürüldü.
“Hindu ‘felsefesine göre yeryüzüne bu gezegenlerden gelen kozmik
parıltılar, tüm insanların varlığına ve yaşantısına etki etmektedir.
Oysa kristal yapıda bu yedi rengin parıldaması “prizmadan geçen güneş
ışınlarının tayflara ayrılması" şeklinde açıklanabilecek basit bir
fizik olayıdır.
Turkuaz (firuze)ın kola ve parmağa takıldıktan sonra zamanla renk
değiştirmesi, bu taş üzerinde peygamber kudreti olduğu şeklinde
inanışlara yol açmıştır. Oysa bu taş çok gözenekli bir yapıya sahiptir.
Ciltte biraz yağ ve asit olduğu zaman, bu maddeler taşın
gözeneklerinden içeriye girerek onun kimyasal yapısını değiştirir.
Bunun sonucu taşın yeşil rengi maviye dönüşür. Bu yüzden eller sabunla
yıkanmadan önce turkuaz yüzükler parmaktan çıkarılmalıdır.
Buna benzer bir yapı da opal ‘da görülür. Opal ‘in her bakış açısından
farklı renkte görünmesi Ortaçağ ‘da bu taşa "şeytan icadı" denilmesine
yol açmıştır. Bu nedenle İngiltere ‘de Kral Edward VII bu taşı
çevresinden uzaklaştırmış, Rusya ‘da ise son Çar, bu taşların
taşınmasını yasaklamıştır. Opale mikroskopta 40 bin kez büyütülerek
bakıldığında bunun düzensiz yerleşmiş silikasit küreciklerinden meydana
geldiği görülür. Opele düşen ışınlar, bu küreciklerde ilgili olarak
düzensiz dağılım ve yansımalar yapar. Bu nedenle opal her bakış
açısından farklı bir renkte görünür.
Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 222'den alınmıştır.
HANGİ GÖZÜNÜZ DAHA BASKIN?
Hepimiz hangi elimizi daha çok kullandığımızı biliriz. Ama tıpkı
ellerimiz gibi çene, kulak ve gözlerimizin de baskın tarafı olduğunu
biliyor muydunuz. Vücudumuzun daha çok kullandığımız el tarafında olan
organları da daha baskındır. Örneğin sağ elini daha çok kullanan kişi,
çoğunlukla çiğneme işlevinde ağzının sağ tarafını, dinlerken de sağ
kulağını kullanır.
Gözler ise bir ayrıcalık oluşturur. İki gözün de görme alanı beynin
beynin her iki emisferi tarafından analiz edilir. Sağ emisfer bir gözün
görme alanı bilgilerini sol emisferden alır ya da tam tersi olur. Bu iş
bölümüne karşın, yine de bir gözümüzün tarafını daha çok tutarız.
Fotograf makinasının vizörüne, mikrodkoba ve teleskoba işte bu
gözümüzle bakarız.
Eğer hangi gözünüzün baskın olduğundan emin değilseniz, işte size bir test:
Gözlerinizi uzaktaki belirli bir cisme odaklayın, başparmağınızı o
cisimle aynı hizaya getirin. sırayla gözlerinizin birisini kapatıp
diğeri ile bakın. hangi gözünüz ile az önceki cisimle baş parmağınızı
üst üste görüyorsanız baskın gözünüz odur.
Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 174'den alınmıştır.
DÜNYANIN YÖRÜNGESİ
Dünya güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki her 18 milde
doğru bir çizgiden ancak 2.8 mm. ayrılır. Dünyanın çizdiği bu yörünge
kıl payı şaşmaz, çünkü örneğin yörüngeden 3 mm. Iik bir sapma bile
büyük felaketler doğururdu: Sapma 2.8 mm yerine 2.5 mm. olsaydı yörünge
çok geniş olurdu ve hepimiz donardık, sapma 3.1 mm. olsaydı hepimiz
kavrularak ölürdük.
Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 188'den alınmıştır.
PARMAKLARIMIZ NEDEN ÇITIRDAR?
Bazı insanlar parmaklarını çıtırdatır. Bu ses, sanıldığı gibi
kemiklerin birbirine çarpmasından doğmaz. Eklemleri yağlayan sıvının
‘içinde küçük gaz kabarcıkları bulunuyor. Parmaklar çekilince veya
herhangi bir eklem yavaşça düzleştirilince sıvı basıncı azalır ve hava
kabarcıkları patlayarak “çıtlama” sesi oluşturur. Bu sesin tekrar
oluşması için bir süre beklemek gerekir, çünkü yağlayıcı sıvı ‘içinde
yeni hava kabarcıkları oluşması zaman alır.
Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 188'den alınmıştır.
DENİZ SUYU NİÇİN TUZLUDUR?
Deniz suyunun ortalama tuzluluk derecesi ağırlığa oranla % 3.5’dir. Bu,
1 mil’ suda yaklaşık 186 milyon ton tuzun bulunması demektir. Kabaca
bir hesapla, Okyanuslardaki tuz miktarının, kıtaların 152300 m.
kalınlığında bir tuz tabakasıyla kaplanmasına yeteceğini
söyleyebiliriz. Doğal olarak oluşan elementlerin hemen hepsine deniz
suyunda rastlanılır, sıcak deniz tuzunun % 85’inden fazlası, sodyum
klorür, başka bir deyişle sofra tuzundan oluşur.
Nehirler tarafından taşınan sodyum gibi mineraller toprak ve kayaların
aşınması sonucu ortaya çıkan eriyik ve süspansiyonlardan oluşur. Fakat
klor ve bor gibi diğer elementlerin varlığı, nehirlerin getirdikleri
ile açıklanamamakta, dolayısıyla bu oluşumda diğer süreçlerin de rol
oynadığı akla gelmektedir.
Yeryüzü tarihinin ilk dönemlerinde yerkabuğu ile yer merkezi arasında
kalan katmanın zehirli gazlardan arınması sırasında diğer maddelerin
yanı sıra su ve klor da yerkabuğunun altındaki erimiş volkanik
kayaların arasında ortaya çıkmış olabilir. Günümüzde volkanik
etkinlikler sonucu atmosfere yayılan elementler okyanuslara, yağmur ve
kar yağışlarıyla taşınmaktadır. öte yandan deniz hayvanları
öldüklerinde de, iskeletleri ayrışarak mineralleri denize geri verirler.
Elementler denizlere sürekli olarak aktarılınca, denizler giderek daha
da tuzlulaşmaz mı? Gerçekte, deniz suyundaki tuz miktarında, yüz
milyonlarca yıldan bu yana önemli bir değişme olmamıştır. Çözünmüş
maddelerin miktarları zamana ve yere göre değişmekle birlikte, belli
başlı, elementlerin okyanuslarda her zaman, hemen hemen aynı yoğunlukta
bulunduğu kabul ediliyor.
Okyanus elementlerin, bir yandan hemen hemen tam dengeyi koruyacak
oranlarda suya eklenip, diğer yandan sürekli olarak nakledildiği bir
tanka benzetilebilir. Örneğin, elementlerden bazıları kayalarla
birleşir, toprak tarafından emilir ve çözeltiden ayrılarak çökelti
haline gelirler. Deniz bitkileri ve hayvanları da bunları kullanarak
büyür ve gelişirler.
Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 188'den alınmıştır.
SABUN NASIL TEMİZLER?
Sabunun gizi su ve yağ
molekülleri arasında, normalde birbirinden kaçan bu maddeleri karışmaya
zorlayan aracılık yeteneğindedir.
Elimizi yalnızca suyla yıkadığımızda, derinin üzerindeki yağ, suyu,
elimizi ıslatmadan dağıtır. Bundan dolayı temizlik sağlanmaz. Ancak
sabun bu durumu değiştirir çünkü, sabun molekülünün bir ucu yağ
molekülünü diğer ucu da su molekülünü çeker. Ellerimizi birbirine
sürterek ovuşturduğumuzda, normalde su ile karışmayan yağ ve kirleri
küçük parçacıklara böleriz. Ama devreye girdiğinde sabun molekülleri,
lekeleri sarar ve kirleri suya çeker. Böylece bağlanırlar, parçacıklar
artık çözünmezler, kolayca durulanarak uzaklaştırılmaya yetecek süre
kadar su ile karışmış olarak kalırlar.
Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 179'den alınmıştır.
YAPIŞTIRMA NASIL OLUR?
Yapıştırıcılar, yapıştırılacak şeyleri nasıl birleştirebiliyorlar hiç düşündünüz mü?
Kırık bir çay fincanını onarmak için kullanacağınız tutkalın ya
kimyasal bir bağlantıyla ya da mekanik bir kenetlenmeyle görevi
üstlendiğini düşünebilirsiniz. Bunların da bir rol oynamasına rağmen
yapıştırma işleminin asıl nedeni şudur:
İki madde birbirine yeterince yakınsa, yapışırlar. Yapışma,
moleküllerin birbirine çok yakın olması dolayısıyla aralarında doğan
evrensel çekimden ileri gelir.
Bu çekim kuvvetleri (bir Hollandalı fizikçinin önermesinden
kaynaklandığı için, adına ‘Van der Waals” kuvvetleri denmiştir) atom
çekirdeği, çevresindeki elektron düzeninden oluşur. Her ne kadar
elektronlar simetrik yörüngelerde dönseler bile, herhangi bir anda
elektrik yükleri dengeli dağılmış değildir. Her atomun pozitif ve
negatif yüklü kutupları vardır.
İşte Van der Waals kuvvetleri, farklı atomların karşıt kutupları
arasındaki çekim gücünden oluşur. Tek tek düşünüldüğünde bu çekim
kuvveti oldukça zayıftır. Ancak sayısız atomlar arasında bu çekim
kuvvetleri birleşerek sözü edilen yapıştırma gücü ortaya çıkıyor.
O halde, neden yapıştırıcılara gerek duyuyoruz. Yapıştırılacak iki
maddeyi birbirlerine iyice sıkıştırırsak Van der Waals kuvvetleri bu
maddeleri bir arada tutacak gücü oluşturamazmıydı?
Hayır, genellikle oluşmaz. Nedeni de iki cismin yüzeylerindeki
moleküllerin arasındaki uzaklığın birkaç angstrom’u geçmemesi gerekir,
ancak o zaman Van der Waals kuvvetleri etkili olur. 1 Angstrom ise 1
metrenin yalnızca 10 milyarda biridir. Oysa, yüzeyi pürüzsüz addedilen
bir cismin bile yüzeyinde, en azından 400 Angstrom’luk tepeler vardır.
Bu durumda yüzeyler birbirinin aynı olsa da yine moleküller arasında
yeterli yakınlık sağlanamaz.
Yapıştırıcı, her iki yüzeyde bulunan moleküller arasında bir bağ
oluşturarak onları bir arada tutar. Geniş ve yakın bir bağlantı için en
iyi yapıştırıcılar sıvı olanlardır. Yapıştırıcının katılaştığında kolay
kolay kopmayacak bir malzeme olması da gereklidir.
Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 183'den alınmıştır.
KARINCALARIN GARİP İŞBİRLİĞİ
Bir parça peynirin etrafında birçok karınca görürsünüz ve peynir yuvaya
doğru hareket eder. Fakat gerçekte karıncaların bir bölümünün yaptığını
diğer bir bölümü engellemektedir. Bir peynir parçasının etrafını
çevirmiş karıncaların çekme yönleri farklıdır. Karıncalar peynir
parçasını birbirine karşıt yönlere çekmektedir. Yine de öne ve sola
çekenler ağır bastığından peynir parçası öne ve sola doğru hareket
eder. Bunu şöyle kanıtlarsınız: Bir bıçakla arkasındaki karıncaları
ayırın, parça çok daha hızla öne gitmeye başlar, böylece parçanın
arkasındaki karıncaların parçayı itmeyip karşıt yönde çektikleri
anlaşılmış olur. Karıncaların bu garip “işbirliği” sonucu dört
karıncanın çekebileceği bir parçayı yirmi beş karınca taşır.
Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 182'den alınmıştır